Skip to content

Archive for

Bir Aygıt Olarak Konut

Kentin zindanlaşmasının temelinde konut sorunu bulunmaktadır. Bu sorun sadece konuta sahip olmayanlar bakımından ele alınması gereken bir husus olmayıp, konuta sahip olanları da kuşatan çok katmanlı problem olarak ortaya çıkmaktadır. Konut sorununun, “konut”un siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel aygıt niteliği dikkate alınmadan çözülmesi mümkün görünmemektedir.
Politik aygıt olarak konut: Fârâbî’nin toplum inşasına “aile-tedbirü’l menzil”den başladığı hatırlanırsa, konut’un politik düzenleyici aygıt olduğu ifade edilebilir. Devletler nüfuslarını “aile” temelinde örgütlemek istediğinde “konut”, “öğrenci-bekâr” olarak yapılandırdığında “yurt” yapımını önceleyen politikalara yönelecektir. Türkiye’de gerek öğrenci sayısının artması gerekse öğrenim süresinin (lisans, yüksek lisans) otuz yaşına kadar uzaması veya mezun işsizliğin kronikleşmesi nedeniyle “aile temelli toplum” yapısı yara almıştır. Anlaşılacağı üzere “konut sorunu”, sadece barınma meselesi olarak zuhur etmemekte, nüfusun aile kurmasından çocuk sahibi olma kararı vermesine, eğitimden iş bulma süreçlerine, tarımsal üretimden sanayi ve hizmet sektörüne eleman aktarımına, geçimlik ekonomiden tüketim toplumuna geçiş politikası güdülmesine dair pek çok hususu bünyesine dahil etmektedir.

Ekonomik aygıt olarak konut: Konut aynı zamanda toplumu sınıfsal ayrışmalara uğratan ve bu anlamda mekânın coğrafyasını kullanma imtiyazlarını belli kesimlere verip, belli kesimleri ondan yoksun bırakan iktisadî düzenleyici olarak belirmektedir. Modernleşme sürecine sokulan ülkelerde tarımsal üretimden hızla çıkarılan nüfus, geçimlerini kentlerde yeni mesleklerle iştigal ederek temin etmeye mecbur bırakılmaktadır. Kent coğrafyasının kente daha önce yerleşenlerin mülkiyetinde olması, kente göç eden nüfusun “kira ödeyen” olarak statülenmesine yol açmaktadır. Bu ise devletin ücret-maaş belirleme politikalarını negatif olarak etkilemekte, halkın geçim sıkıntısının giderilememesine yol açmaktadır. Modernleşme sürecinde sanayileşme ile ortaya çıkan işçi-işveren (burjuva-proletarya) çatışmasında beliren “emek sömürüsü”, kentleşmenin derinleşmesi ile malik-kiracı çatışmasında yeniden üretilmektedir. Ancak işçi-işveren çatışmasında sermayenin karşısında bir sınıf olarak proletarya güçlü ve örgütlü bir yığın iken, günümüzde “yeni emek sömürüsü” modeli olarak kentsel kapitalizm, sermaye sınıfını da işçi sınıfını da birbirinden bağımsızlaştırarak “kütle” olarak hareket etmekten yalıtmıştır. Bu nedenle “kira” olarak transfer edilen yeni emek sömürüsü rantı, “gizli” kalmıştır.

Toplumsal aygıt olarak konut: Konut, bireylerden oluşan toplum inşa etmenin enstrümanı olarak toplumsal hayatı belirlemektedir. Kentlerde gerçek olarak “yerleşme” konut sahipliği ile mümkün olduğundan, mülküne sahip olunmayan bir barınağın uzun soluklu sosyal bir ağ kurmasından bahsedilemeyecektir. Kiracılık, “yerleşememe” ve “geçicilik” olgusu nedeniyle toprak veya coğrafya üzerinde “eğretilik” duygusu vermektedir. Öte yandan “konut” da yerleşme/yerlilik duygusu vermekte başarısız kalabilir. Zira, gerçek anlamda yerleşme, konut ile değil, toprağın üstündeki EV-YORT-BEYT ile ortaya çıkmaktadır. Bu özellikteki barınma, artık sadece eşyalarla yerleşme değil, 4 boyutlu (Heidegger’e atıfla: Gök/Yer/İlahi Âlemdekiler/Ölümlüler) yerleşmedir. Barınak, ancak gökle, yerle, ölülerle, Tanrı ile ilişki kurmanın otağı haline geldiğinde EV olarak kabul edilebilir. Oysa modern toplumlarda KONUT sisteminde barındırılan nüfusun artık göktekilerle (güneş, ay, hava ve iklim), yerdekilerle (toprak, komşuluk, hayvanlar, bitkiler) bağı kalmamış, Tanrı inancı kalble sınırlandırılmış, yaşayanların ölülerle ve yaşlılık/ölüm düşüncesiyle irtibatı koparılmıştır.

Kültürel aygıt olarak konut: Barınma ve yerleşme, gelenek/din/etnisite merkezli kültürlerden beslenmekteyken, KONUT sistemi bu ilişkiyi tersine çevirerek gelenek/din/etnisiteleri belirleyen bir aygıt haline gelmiştir. Konut, topraksız ve tabiatsız bir yapı olarak, bir hücre olarak imal edilmekte ve planlaması tek merkezden yapılmaktadır. Bu anlamda konutta kaç kişinin kalacağı, barınaktaki eşya düzeninin nasıl sağlanacağı, hatta mesai saatlerinin senkronize olması nedeniyle bina sakinlerinin hangi saatte nasıl davranacakları önceden belirlenmiş durumdadır. Konutun bizatihi kendisi “Kültür Kalıbı” olarak zuhur etmekte ve sakinleri bu kalıba göre şekillendirmektedir. Dinî, millî, tarihî geleneklerin yaşanması, konut sistemi elverdiği ölçüde gerçekleşebilmektedir. Konut, kişilerin mensup oldukları kültürü geliştirmesine izin vermemekte; geleneğin, “konutun kültür kalıbı”na uyumlulaşması (entegrasyonu) amaçlanmaktadır. Örneğin geleneksel kültürde “kapı çanı”, rüzgâr estikçe çalarak enerjiyi yönlendirme işlevi kazanırken, modern konutta kapının rüzgârdan yalıtılması nedeniyle kültürel işlevini kaybetmiştir. Geleneksel barınma kültüründe “Tanrı misafiri” kültürü gelişmişken; modernleşmenin ürünü olan konut sisteminde, binaların “gözetleme kulesi” ve “güvenlikli ayrışma mekânları” işlevi kazanmasıyla “misafir kültürü” tasfiye edilmiş, yerini “davetli kültürü” almıştır. Anlaşılacağı üzere, “EV-MESKEN” yerleşme/yurtlanma imkânı açar ve “yerliliği” temin eder. “Yerlilik” barınağın toprakta köklenmesiyle ilişkili bir olgudur. Konut ise “göksel arazide” sanal bir mekânlaştırmadır. Konut, bir toprağa basmadığından gökyüzünde hücre olmaktan öteye geçmez. Bu hücre, sahibine (kiracılara nazaran) bir sabite algısı sunar.