Skip to content

Posts from the ‘Kent’ Category

Ömer Lekesiz’in “Bir Ev Yapmak” Başlıklı Yazısına Bir Şerh

Ömer Lekesiz, “Bir Ev Yapmak” başlıklı yazısında, Müslümanların “Hz. Âdem’in bina yapmada ilk el olduğuna inandığını, ilk insanların ilkellik’lerinin bize değil Batılılara mahsus bir romantik fantazma olduğunu, dolayısıyla yapı yapmanın, yani içinde yaşamak üzere bir bina yapma anlamındaki ev fikrinin Hz. Âdem ile başladığını” belirtir.

Lekesiz’e göre, “Batı’da ev, ilkellikten kurtulma yollarından biri olarak görülürken, Müslüman toplumlar için ev, bunun tam aksine insanlığın evvelinde de medeni oluşlarının bir nişanı hükmündedir.” (Lekesiz, 23.02.2023). Lekesiz’in vurguladığı bu görüş, 2013’ten itibaren yayınladığım kitaplarda ortaya konmuş, ancak entelektüel çevrede İbn Haldun’un “medenîliğin bidayeti göçebeliktir” düşüncesinin baskın olması nedeniyle eleştirilmişti. Sosyolojik görüş, insanlığın başlangıcının “ilkel toplum” karakteri taşıdığı yargısından hareket etmekte, Müslüman düşünürler de bu sosyolojik görüşe itibar etmektedir. Ömer Lekesiz, ilk şehrin Hz. Âdem tarafından inşa edildiği fikrini kabul ederek bir bakıma Fârâbîci görüşe intisap etmiş olmaktadır. Lekesiz, sonraki bölümde yazısını Hz. Peygamber’in ve sahabelerin “ev inşası” konusundaki görüşlerini ortaya koyan rivayetlere ayırır ve kısa bir değerlendirme yapar:

“Evlerin az ya da çok katlılıklarıyla ilgili olarak Peygamber Efendimizden nakledilen birçok haberden üçü şöyledir: 1) Evlerin yıkılması: “Abdullah b. Yezid-i Hatmi şöyle anlatıyor: Ben Peygamber’in hanımlarının evlerinin Velid b. Abdülmelik (h. 86-97)’in emriyle Medine Valisi Ömer b. Abdülaziz tarafından yıktırılırken gördüm. Onlar toprak tuğlalardan yapılmış ve çamurla sıvanmıştı. Onların hepsini saydım; dokuz odaydı. (…) Ümmü Seleme’nin evini gördüm ve oğullarından birine sordum. Dedi ki: Peygamber, Dumetü’l-Cendel gazvesine hazırlandığı sıralarda, Ümmü Seleme odasını toprak tuğlalarla yaptı. Peygamber onu gördüğünde Ümmü Seleme’ye giderek: Ey Ümmü Seleme, Müslümanların servetini sarf ettiği en kötü yer inşaattır, dedi. (Tabakat, c: II). Ata Horasani oradaydı. Ata Horasani, Sa’id b. el-Müseyyeb’den şöyle duyduğunu nakletti: Allah için, dilerim bu kişiler odaları aynı vaziyette bırakırlar da Medine’den ve yabancı memleketten halk Peygamber ve ehlibeytinin ne ile kanaat ettiğini kendi gözleriyle görürler. Bu, insanları mal yığmaktan ve birbirlerine karşı övünmekten alıkoyabilecek bir şeydi.” (Siret Ansiklopedisi, Haz.: Afzalur Rahman); 2) Çok katlı binaya izin: “Hz. Peygamber, evinin darlığından şikâyet eden Halid b. Velid’e ‘Binayı göğe yükselt ve Allah’tan (fiili olarak) genişlik talep et.’ buyurdular.”; 3) Çok katlı erzak deposu: “Dükeyn b. Sa’id el-Mizeyni’den demiştir ki: Biz (dört kişi kadar bir topluluk) Hz. Peygamber’e (sav) varıp kendisinden yiyecek istedik. (Hz. Peygamber de Hz. Ömer b. Hattab’a.) ‘Ey Ömer! Git bunlara yemek ver! Buyurdu. Bunun üzerine Ömer bizi (alıp) yüksek bir kata çıkardı ve kemerinin altından bir anahtar alıp (onunla bize içi çeşitli erzak dolu bir odanın kapısını) açtı.” (Ebû Dâvud, Kitabü’l-Edeb). İlk hadis sade yaşayışa delil ve ibret vurgusu taşırken, diğer ikisi ev yapımında çok katlılığa ruhsat olarak alınabilmektedir.” (Lekesiz, 23.02.2023).

Görüldüğü gibi Ömer Lekesiz, rivayetleri aktarmakta, ancak değerlendirmesini tek cümlede ve çok katlı yapıya ruhsat verildiği görüşüne yakın durarak vermektedir.

Bu üç rivayet bizim paradigmamız bakımından şöyle yorumlanabilir: 1) Ümmü Seleme rivayeti: Dikkat edilirse bu rivayette Ümmü Seleme’nin dokuz eve sahip olduğu ve bu evlerin “mal yığmak” amacıyla inşa edildiği hususu esas alınarak bir yıkım gerçekleşmiştir. Diğer ifadeyle sosyal dayanışmanın yüksek olduğu İslâm toplumunda “ihtiyaçtan fazla mal yığmak” ve tekasürcülük tehlikesi, bu evlerin yıkılmasını gerektirmiştir. 2) Halid b. Velid rivayeti: Önceki örnekteki kriteri bu rivayetteki “çok katlı binaya izin” uygulmasına tatbik etmek mümkündür. Halid b. Velid’in aile nüfusunun çok büyük olduğu bilinmektedir. Hatta bir makalede “Suriye’deki veba salgınında ölmüş olan kırk kadar çocuğu olduğu” ifade edilmiştir. Dolayısıyla Halid b. Velid’e verilen “binasını yükseltme” izni, “çok katlı bina” inşa etme izni olmayıp, ihtiyaç nedeniyle beyt (hane) sistemini, menzil (odalar) sistemine dönüştürme iznidir. Bu sistemde toprağın “aile yurdu” olma hususiyeti kaybolmamakta, toprak üzerinde kimsenin bağımsız hak sahibi olamayacağı bir mülkiyet sistemine geçilmemektedir. Dolayısıyla Halid b. Velid’e yapılan “binayı göğe yükselt” tavsiyesi, “gökdelen kent” inşa etmeye yönelik bir tasavvura ait değildir. 3) Hz. Ömer rivayeti: Erzakların depolandığı çok katlı bina inşası kamu yapılanması gereğidir. Mesken olarak kullanılacak binalarla, kamu binalarının birbirinden tefriki gerekir. Nitekim Mısır’da Hz. Yusuf’un kıtlık zamanına hazırlık için buğdayları biriktirdiği ve bu tahıl ambarlarına Step (Basamak) Piramidi denildiği bilinmektedir. Dikkat edilirse bu bina da ihtiyaç kapsamında inşa edilmiştir. Nitekim İslâm kültüründe “ihtiyaçtan fazlasına sahip olmak” çirkin görülmüştür.

Öte yandan Ömer Lekesiz’in dikkate almadığı husus daha vardır: İslâm şehirlerinde nüfusun yoğunlaşması ve kırsal alanın boşalması gibi bir uygulama bulunmamaktadır. Kentsel nüfus artışının mekânı daraltması, mahalle sistemini bozması Osmanlı’da da yasaklanmış, iskân politikaları gereğince nüfus coğrafyaya yayılarak yerleştirilmiştir. İslâm ve Osmanlı şehirlerinde konut üzerinden kapitalist birikime izin verilmemiştir.

  • Lekesiz Ömer, Bir Ev Yapmak, Yeni Şafak Gazetesi, erişim link: https://www.yenisafak.com/yazarlar/omer-lekesiz/bir-ev-yapmak-4510133?fbclid=IwAR3KsUrE7vduyim3mAC5-qB7uXBvQ2MG8uHC17P9HorOPFJkBvrEo0A-HkY, erişim tarihi: 23.02.2023.

Bir Aygıt Olarak Konut

Kentin zindanlaşmasının temelinde konut sorunu bulunmaktadır. Bu sorun sadece konuta sahip olmayanlar bakımından ele alınması gereken bir husus olmayıp, konuta sahip olanları da kuşatan çok katmanlı problem olarak ortaya çıkmaktadır. Konut sorununun, “konut”un siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel aygıt niteliği dikkate alınmadan çözülmesi mümkün görünmemektedir.
Politik aygıt olarak konut: Fârâbî’nin toplum inşasına “aile-tedbirü’l menzil”den başladığı hatırlanırsa, konut’un politik düzenleyici aygıt olduğu ifade edilebilir. Devletler nüfuslarını “aile” temelinde örgütlemek istediğinde “konut”, “öğrenci-bekâr” olarak yapılandırdığında “yurt” yapımını önceleyen politikalara yönelecektir. Türkiye’de gerek öğrenci sayısının artması gerekse öğrenim süresinin (lisans, yüksek lisans) otuz yaşına kadar uzaması veya mezun işsizliğin kronikleşmesi nedeniyle “aile temelli toplum” yapısı yara almıştır. Anlaşılacağı üzere “konut sorunu”, sadece barınma meselesi olarak zuhur etmemekte, nüfusun aile kurmasından çocuk sahibi olma kararı vermesine, eğitimden iş bulma süreçlerine, tarımsal üretimden sanayi ve hizmet sektörüne eleman aktarımına, geçimlik ekonomiden tüketim toplumuna geçiş politikası güdülmesine dair pek çok hususu bünyesine dahil etmektedir.

Ekonomik aygıt olarak konut: Konut aynı zamanda toplumu sınıfsal ayrışmalara uğratan ve bu anlamda mekânın coğrafyasını kullanma imtiyazlarını belli kesimlere verip, belli kesimleri ondan yoksun bırakan iktisadî düzenleyici olarak belirmektedir. Modernleşme sürecine sokulan ülkelerde tarımsal üretimden hızla çıkarılan nüfus, geçimlerini kentlerde yeni mesleklerle iştigal ederek temin etmeye mecbur bırakılmaktadır. Kent coğrafyasının kente daha önce yerleşenlerin mülkiyetinde olması, kente göç eden nüfusun “kira ödeyen” olarak statülenmesine yol açmaktadır. Bu ise devletin ücret-maaş belirleme politikalarını negatif olarak etkilemekte, halkın geçim sıkıntısının giderilememesine yol açmaktadır. Modernleşme sürecinde sanayileşme ile ortaya çıkan işçi-işveren (burjuva-proletarya) çatışmasında beliren “emek sömürüsü”, kentleşmenin derinleşmesi ile malik-kiracı çatışmasında yeniden üretilmektedir. Ancak işçi-işveren çatışmasında sermayenin karşısında bir sınıf olarak proletarya güçlü ve örgütlü bir yığın iken, günümüzde “yeni emek sömürüsü” modeli olarak kentsel kapitalizm, sermaye sınıfını da işçi sınıfını da birbirinden bağımsızlaştırarak “kütle” olarak hareket etmekten yalıtmıştır. Bu nedenle “kira” olarak transfer edilen yeni emek sömürüsü rantı, “gizli” kalmıştır.

Toplumsal aygıt olarak konut: Konut, bireylerden oluşan toplum inşa etmenin enstrümanı olarak toplumsal hayatı belirlemektedir. Kentlerde gerçek olarak “yerleşme” konut sahipliği ile mümkün olduğundan, mülküne sahip olunmayan bir barınağın uzun soluklu sosyal bir ağ kurmasından bahsedilemeyecektir. Kiracılık, “yerleşememe” ve “geçicilik” olgusu nedeniyle toprak veya coğrafya üzerinde “eğretilik” duygusu vermektedir. Öte yandan “konut” da yerleşme/yerlilik duygusu vermekte başarısız kalabilir. Zira, gerçek anlamda yerleşme, konut ile değil, toprağın üstündeki EV-YORT-BEYT ile ortaya çıkmaktadır. Bu özellikteki barınma, artık sadece eşyalarla yerleşme değil, 4 boyutlu (Heidegger’e atıfla: Gök/Yer/İlahi Âlemdekiler/Ölümlüler) yerleşmedir. Barınak, ancak gökle, yerle, ölülerle, Tanrı ile ilişki kurmanın otağı haline geldiğinde EV olarak kabul edilebilir. Oysa modern toplumlarda KONUT sisteminde barındırılan nüfusun artık göktekilerle (güneş, ay, hava ve iklim), yerdekilerle (toprak, komşuluk, hayvanlar, bitkiler) bağı kalmamış, Tanrı inancı kalble sınırlandırılmış, yaşayanların ölülerle ve yaşlılık/ölüm düşüncesiyle irtibatı koparılmıştır.

Kültürel aygıt olarak konut: Barınma ve yerleşme, gelenek/din/etnisite merkezli kültürlerden beslenmekteyken, KONUT sistemi bu ilişkiyi tersine çevirerek gelenek/din/etnisiteleri belirleyen bir aygıt haline gelmiştir. Konut, topraksız ve tabiatsız bir yapı olarak, bir hücre olarak imal edilmekte ve planlaması tek merkezden yapılmaktadır. Bu anlamda konutta kaç kişinin kalacağı, barınaktaki eşya düzeninin nasıl sağlanacağı, hatta mesai saatlerinin senkronize olması nedeniyle bina sakinlerinin hangi saatte nasıl davranacakları önceden belirlenmiş durumdadır. Konutun bizatihi kendisi “Kültür Kalıbı” olarak zuhur etmekte ve sakinleri bu kalıba göre şekillendirmektedir. Dinî, millî, tarihî geleneklerin yaşanması, konut sistemi elverdiği ölçüde gerçekleşebilmektedir. Konut, kişilerin mensup oldukları kültürü geliştirmesine izin vermemekte; geleneğin, “konutun kültür kalıbı”na uyumlulaşması (entegrasyonu) amaçlanmaktadır. Örneğin geleneksel kültürde “kapı çanı”, rüzgâr estikçe çalarak enerjiyi yönlendirme işlevi kazanırken, modern konutta kapının rüzgârdan yalıtılması nedeniyle kültürel işlevini kaybetmiştir. Geleneksel barınma kültüründe “Tanrı misafiri” kültürü gelişmişken; modernleşmenin ürünü olan konut sisteminde, binaların “gözetleme kulesi” ve “güvenlikli ayrışma mekânları” işlevi kazanmasıyla “misafir kültürü” tasfiye edilmiş, yerini “davetli kültürü” almıştır. Anlaşılacağı üzere, “EV-MESKEN” yerleşme/yurtlanma imkânı açar ve “yerliliği” temin eder. “Yerlilik” barınağın toprakta köklenmesiyle ilişkili bir olgudur. Konut ise “göksel arazide” sanal bir mekânlaştırmadır. Konut, bir toprağa basmadığından gökyüzünde hücre olmaktan öteye geçmez. Bu hücre, sahibine (kiracılara nazaran) bir sabite algısı sunar.