Covid-19 ve Muhafazakâr Konutlar
İnsanlar kalkınacağız diyerek eve, arabaya borçlandılar. Gerçekte hayatlarının 10 yılını belki 15 yılını ev/araba ile takas ettiler. Kimse şu soruyu sormadı: Yarın borcunu bitirmek için ömrümü tükettiğim bu evin mülkiyeti kime kalacak. Ev benim ömrümü alıyorsa, ölüm ile mülkü kaybettiğimde ömür kimin olur?
Konut kredisi üzerinden ömür konutla takas edildi/ediliyor. Bankalar borçlulardan “hayat sigortası” talep ediyor. Demek ki bankalar konut borçlusunun ömrü ile mülkiyeti denkleştirmektedir. Kaç paralık mülke sahipsen o kadar paralık ömrün olduğu varsayılıyor. Eğer muhafazakâr nüfusun kendisi ömür ile konutu takas etmeyecek çözümler arasaydı hem konut fiyatları yukarı çekilmeyecek hem de “aile birliği” korunabilecekti.
Muhafazakâr taban: geniş nüfus (20 milyon konut borçlusu x 3 kişilik aile= 60 milyon insan), ömrü konuta endeksledi. Muhafazakâr aydınlar da “kentleşme dindarlığı artırıyor” yazıları yazarak faizle şişirilmiş konut=ömür denklemine teslim oldular.
Covid-19’un ortaya çıkardığı gerçeklerden biri şudur: Halkın sahip olduğu evler aslında kendisine yeterli idi. Fakat her şehre üniversite furyası, aileleri böldü ve konut açığına (öğrenci kiracılığına) yol açtı. Pandemiyle öğrenciler eve döndü, konutlar boş kaldı. Pek çok şehirde öğrenci fiziken okula gitmediğinden konut fazlası bulunuyor. Mülk sahipleri kiracı bulamıyor. Bu şunun göstergesidir: Türkiye’de aslında konut fazlası vardır. Konut açığı olması için fiziken okulların açılması gerekir.
Şu söylenebilir: İfadelerini neye dayandırıyorsun? Söylediklerin tamamen genelleme!
Cevabımı şöyle destekleyeceğim: 2020’de Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nde kayıtlı toplam konut sayısı eylül sonu itibarıyla 38,4 milyon oldu. TÜİK 2017 verilerine göre, 22 milyon 206 bin 776 hane halkı bulunuyor. Demek ki Türkiye’de “güçlü aile” gerçekleşirse konut fazlasının olduğu ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin konut açığı, eğitim sisteminden kaynaklanmaktadır. “Herkesin üniversite okuması gerekliliği” düşüncesi hatalıdır ve ülkenin konut sorununun baş sebebidir. Devam edelim:
Rant arayışı: Muhafazakâr nüfus emlâk üzerinden aile yapısını bozacak bir “kira toplayıcılığı” zihniyetine sahip oldu. Eğitimin pandemi nedeniyle internete çekilmesiyle emlâk sahiplerinin konutlarını kiraya verememesinin açıklaması budur. Muhafazakârlık seküler ve laik kesimlerle kültürel çatışmaları bırakıp ekonomik tercihlerinin, yani “bedavadan gelir-rant” eğilimlerinin özeleştirisini yapmalıdır.
“Aile çöküyor” söyleminin dayanaksızlığı: Muhafazakârlar tabandaki söylemlerinde bir taraftan “aile çöküyor” demektedir. Diğer taraftan aynı muhafazakârlar “herkes üniversite okusun” diyerek üretim temelli bir toplum istemediklerini ifade ettiler. Muhafazakâr kesim “benim evladım sanayide, fırında çalışmasın” demiştir. Demek oluyor ki, muhafazakârlık konut borçlanmasını “aile çöküyor” söyleminin gerekçesi olacak şekilde savundu. Zira hem “üniversiteli evlat sahibi olmak” ideali ile ailesini kendi eliyle parçaladı hem de kentlerdeki nüfus yoğunlaşmasını ve konutla büyümeyi rant arayışıyla imal etti. Covid-19 bu perdeyi indirdi. Muhafazakârların “aile çöküyor” söylemi bu hakikat nedeniyle içeriği olmayan, boş söylemdir. Bir toplum düşünün ki “evladımı üniversiteden mezun etmek için yaşıyorum” diyecek ve kendi elleriyle üstelik işsiz kalacağı pek muhtemel bir üniversite bölümü için kentlere gönderecek. Eğitimin aileyi böldüğünü görerek sürece dahil olacak. Nitekim, covid-19 ile eğitim internete çekilince, aileler “baba ocağı” kavramı ile yeniden tanışmıştır. Bu süreçte öğrencilerin tüketimleri üzerinden para kazanan pek çok kesim gelirlerini kaybedecektir. Demek ki Türkiye’de konut açığı değil üniversite fazlası nedeniyle “ailesizlik” olgusu bulunmaktadır. Covid-19 süreci bitmedikçe konutta büyük bir durgunluk beklenmelidir. Ailesizlik olgusu ise bu süreçte mutlaka tartışılmalıdır.
İhtirasla borçlanma, sosyal belediyecilikten uzak bir rant arayışı, “emtia olarak şehir”: Otomobil aldınız ama covid-19 nedeniyle onu kullanamıyorsunuz; borcunu ise 36 ay ödüyorsunuz. = Muhafazakârlık. Ülkemizde nüfusun yaklaşık 60 milyonu hanede çalışanların konut borçlarının doğrudan muhatabıdır. Türkiye’ye politika üretici kesimler (tüm partiler) “sosyal belediyecilik kapsamında ücretsiz konut edinme yolları açalım” dememişler, tam aksine kenti imara açalım demişlerdir. Belediyelerin asıl işlevi halkı köylerden toplayıp kentlere taşımak olmamalıydı. Tam aksine toprağa yerleşmiş olan halka İHTİYACI OLAN sağlık, okul, su, pazar, mahkeme hizmeti götürmek olmalıydı. Almanya’nın, Danimarka’nın başardığı “nüfusu coğrafyada yayan şehir” fikri niçin Hz. Peygamber’in Medine=Şehir Sünneti ortada iken muhafazakârlar tarafından başarılamadı? Çünkü kenti bir “emtia” gibi görerek her karışını kira/rant getirici bir yapılaşmaya gidildi.
İslâm reformizmi: “Enflasyon oranında faiz caizdir” diyerek 20 milyon (3 kişilik aile ise 60 milyon nüfuslu) konut borçlusu imalatı, bir tür İslâm reformizmidir. Avrupa’da da Reformistlerin en önemli özelliği faiz hakkında “müsamaha-kâr” yorumlarıydı. Türkiye’de kimse kapitalizmin geleneksel geçim modellerini yok ettiğini, esnaf/zanaatkâr/çiftçinin yok olduğunu ileri sürerek “muhalif söylem” inşa etme hakkına sahip değil. Zira Türkiye’de faize dair geliştirilmiş “reformist” yaklaşımlarla 20 milyon konut borçlusu (3 nüfuslu aile ise 60 milyon kişi) bankalara/kapitalizme bile isteye borçlanmıştır.
Geniş aile modelinin terkedilmesi, bereketin kaybedilmesi: Ülkemizde insanlar 1+1 (ana-evlat veya baba+evlat) aile olmak yerine bundan 40 sene önce olduğu gibi dede+nine+karı-koca+3 çocuk=7 kişilik AİLE olmayı şiar edinseydi, bu kadar konut yapılmayacak ve bankalar muhafazakâr hayata egemen olmayacaktı. 1980 yılından itibaren dindar aydınlar dedi ki: “Ben kayınvalidemle birlikte yaşamak istemiyorum. Hatta ben kendi evladımı emzirmek zorunda da değilim.” O günden sonra “aile” mefhumu Türkiye’de kaybedilmiş, ihtiyarlar “yaşlılar evi”ne itilmiş ve evlerdeki bereket kaybedilmiştir. Türkiye’de ideallerden, ahlâktan, değerlerden bahseden pek çok dindar aydın vardır ki, babasının/annesinin cenazesinde yanında olamamıştır. Ebeveynlerini ihtiyarladıklarında yaşlılar evine bırakmış pek çok aydın, diğer taraftan konferanslarda “şehirlerin ruhu” nutukları çekmektedir. Muhafazakârlık dindar olduğunu söylerken Kitap’ta yer alan iki emri statü kaygısıyla arkasına atarak yaşamaktadır:
“İçinizden bekâr olanları evlendirin.”
“İhtiyarladıklarında ana-babana merhamet kanadını indir.”
Türkiye’de insanlar “bereket” kavramını bir finans kurumunun adı olarak önemsediler. Oysa “yaşlılarınız, evlerinizin berketidir” diyen bir Rehber vardır. Muhafazakârlık “özel alanımı genişletmek (bast istemek) zorundayım” diyerek konutlarını büyütürken borçlarını yükseltti, ebeveynlerini “yaşlılar evine” itekledi ve hayatın binlerce yükü altında kalarak darlığa (kabz’a) saplandı. Muhafazakârlık gecekonduda daha mutluydu. Adile Naşit-Münir Özkul filmlerinde bu mutluluk okunmaktadır. Konutlara yerleşen muhafazakârlık görece zengin ama ruhen kabz’a saplanmıştır.
Comments are closed.