Osmanlı iktisat sisteminin bir “aile-şehir” ve “aile-üretim” modeli olduğu hususu, mimar-yazarların pek çoğu tarafından anlaşılmış değildir. Mesele, aileyi tanımlamadan çözülemeyecektir. Osmanlı toplum düzeni “çiftlik” ve “dirlik” kavramları ile aslında “aile” kavramını tanımlayan bir ekonomik yapı gerçekleştirmiştir. Osmanlı “dirlik” modeli sipahilerin gözetimi altında inşa edilen bir vergi düzeni de olduğundan, tarımda yaşayan geniş toplulukların yerleşik olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Toprağın işlenmesine muhtaç olan bu askerî vergi düzeni, bunun aracı olarak “aile”yi zaruret görmekte ve nüfusun tümünü dolaylı şekilde istihdam etmekteydi. Tarım arazisi hanelere zimmetleniyor, karşılığında “güvenlik” temin ediliyor ve vergi alınıyordu. Osmanlı Devleti hem nüfusun yaşlanmasını önlemek hem işsizliği önlemek hem de nüfusu toprağa yerleştirerek “vatanlaştırmak” gibi saiklerle “aile işletme” olarak da ifade edilebilecek olan timar modelini tatbik etmekteydi. “Türk evi” kırsalda dirlik sisteminin, yani orduyu besleyen ekonomik modelin üretim birimi idi. Şehirlerde ise Türk evinin en önemli fonksiyonu “dağıtıcı adalet” ilkesini hayata geçiren mahalle-şehir oluşumunun temel birimi olmasıdır. Türk evi ile kimse kimsenin manzarasını kesmemekte, ama aynı zamanda kimsenin rızkını da kesmeyecek şekilde diğer evlerle “komşu” olmaktadır. Türk evi, pazar sisteminden çıkmakta, geçimlik üretimle kendi kendine yetmektedir. Türk evlerinin oluşturduğu sokak-mahallelerde dükkân yoktur; bu nedenle geleneksel ev tüketim toplumuna açılmamaktadır. Modern kentte ise konutlar tüketime zorlanmaktadır. Osmanlı mahallesinde ortaya çıkan “sosyallik” bir toplum değil community (topluluk)tur. Bu topluluğa giriş kefalet ile olduğundan zengin ile fakir aynı mahallede “dağıtıcı adalet” kapsamında ilişki kurmaktaydı. Türk evi, bir mahalle sistemini zarurî kıldığından, Osmanlı mahallesinde bağımsız (müstakil) ev inşa edilmemiştir.
Read more