İnsanlık tarihine çıkan
ilk budunun Türkler olduğunu düşünen Zeybek, Türklüğün çıkış yeri sayılan
Altaylar’daki “Üç Sümer Dağı”nda yaşayan bir boyun Mezopotamya’ya inerek Sümer
uygarlığını kurduğunu savunur (Zeybek, 2017: 20). Müellife göre Türklerin başka
boyları da dünyanın değişik bölgelerine yayıldı. Etrüks adında bir boy, Güney
Avrupa’ya giderek Roma’yı kurdu ve Latinler denilen kavmin oluşmasını sağladı.
Kimi boylar Amerika kıtasına giderek Toltek, Maya, İnka, Aztek devletlerini
kurdu. Yine Türkler, Arap kavminin ve Yahudi kavminin ortaya çıkmasını sağladı.
Zira İbrahim Türklerdendi (Zeybek, 2017: 20).
Namık Kemal Zeybek’e göre
insanlığın atasının Türk olduğuna dair bir diğer delil de dindir. James
Churchward’ün kitabına atıf yaparak mealen şöyle demektedir:
“Tüm Ari ırkın ataları, Homer’den
ya da Veda’lardan binlerce yıl önce, aynı isim altında, Işık ve Gök adı altında
görünmeyen bir varlığa tapıyorlardı. Kastedilen sonsuz Gök idi. Başlangıcı ve
sonu olmayan, görünen ve görünmeyen her şey olan Sonsuz Uzay’dır. Bunu Gök
Türkler de biliyorlardı. Eskiler güneşi Tanrı olarak değil yalnızca Tanrı’nın
bir sembolü olarak görmüşlerdi. Tanrı Tek’tir, sonsuzdur. Her şeye gücü yeter,
her şeyi O yaratmıştır ve insanın bedenine ölümsüz bir ruh yerleştirmiştir.
Beden geldiği toprağa geri döndüğünde ruh öte âleme gider, yeni bir bedenle
gelir. Gök en yüce sevgidir. Gök en yüce sevgidir. İnsanlar birbirinin
kardeşidir. İnsana yakışan doğruluk, sevgi, yardımseverlik, temizlik, Tanrı’ya
sevgi ve güvenle teslimiyettir. Gerçek din, insanın kendisine yapılmasını
istemediği şeyi başkasına yapmamasıdır. Dinler ilkesiz din adamlarının din
kurumlarının aşırılıkları ve sapkınlıkları yüzünden bozulmuştur. Dinleri
bozanlar kendilerine din adamı veya rahip diyenlerdir. Günümüzdeki din yok
olacak ve gerçek bir din ortaya çıkacaktır” (Zeybek, 2017: 26-27).
Namık Kemal Zeybek’in
Churchward’den naklettiği ifadelerde dikkat çeken dört vurgu görülmektedir: 1)
Eski kavimler Güneş Tanrısı’na tapmadılar; Tanrı’nın sembolü olarak güneşe yöneldiler;
2) Din, namaz gibi ibadetlerle değil yardımseverlik/sevgi/doğruluk gibi
değerleri hayata geçirmekle belirir; 3) Reenkarnasyon (ruhun sürekli olarak
yeni bedenlerle dünyaya dönüşü) esastır; 4) Din, din adamları tarafından
bozulmuştur. Bu dinler yok olacak ve gerçek din ortaya çıkacaktır.
Türk Tanrısı:
Namık Kemal Zeybek,
Türklerde tevhid düşüncesinin bulunduğunu ve Tek Tanrı inancı gereği Tanrı’nın
oğlu, kızı, eşi bulunmadığını ısrarla vurguladığını ifade eder (Zeybek, 2017:
31). Müellife göre Türklükle ilgili en eski yazılar taşlara yazılmış olan
Göktürk Yazıtları’dır. Yazar, Bilge Kağan ve Kültigin anıtlarındaki “Türk
Tanrısı” kavramını yorumlar. Yazıtlarda şu ifadeler geçer:
“Üze [Üstte] Türk Tengrisi Türk ıduk [kutlu] yiri [yeri] subı [suyu] anca [böyle] itmiş [etmiş] Türk budun [kavmi] yok bolmazun [olmasın] tiyin [diye] budun bolcun [olsun] tiyin kangım [babam] İltiriş Kağanı ögüm [annem] İl Bilge Katunu tengri töpüsünde [tepesinden] tutup yügerü [yukarı] kötürmiş [kaldırmış] erinç [oldu].”
Zeybek, bu anlatımdaki
“Türk Tanrısı” ifadesini Yahudilerde olduğu gibi “Kavim Tanrısı” diye
anlayanların olduğunu, bunun hata içerdiğini söyler. Tanrı’nın Tek-Bir olduğuna
değinen yazar, bu teklik nedeniyle “Türk Tanrısı” yanında başka kavimlerin
tanrısının bulunamayacağına değinir.
Zeybek’in Göktürk
yazıtlarındaki “Türk Tanrısı” ifadesinden “Türklere has Tanrı” anlayışını
çıkarmamasının nedeni “Tanrı” anlayışıdır. Zeybek’e göre “insanoğlunu yaratan
Tanrı, sonsuz Gök’ün kendisidir.”
Zeybek’e göre varlık bir
bütündür ve o, Tanrı’dır. Her şeyi kaplayan Gök (yani Tanrı), “Varlığın
Sonsuzluğu”dur. Tanrı, başlangıcı ve sonu olmayandır; O her şeyde (cansız
maddeler, bitkiler, hayvanlar, insanlar, toprak/su/hava) kendini dışavurur.
İyiler, iyilikleriyle bedenlerini hafifletip uçmağa (cennete) giderken;
kötüler, yani ışıktan bedenlerini karartanlar ise derinlere, tamuya düşer. Bu
inanca sahip olanlar günde iki defa (doğarken ve batarken) güneşe dönüp Sonsuz
Tanrı’yı hatırlar. Zeybek’e göre güneşe yönelmek, ona tapmak değildir. Güneş,
Tanrı’nın en büyük dışa vurumudur. Tengri inancına sahip olan Türkler, sık sık
toplanıp dönerler (sema, semah) yaparlar, lokma yer ve dağıtırlar. Kamların
yönetiminde yapılan bu törenler toplu tapınmadır ve öncesinde inancın temelleri
onlar tarafından açıklanır (Zeybek, 2017: 33-34).
Zeybek, bu inancın Cavit
Sunar’dan yaptığı bir alıntı kapsamında “vahdet-i vücut” olduğunu da
belirtmektedir (Zeybek, 2017: 35). Cavit Sunar’a göre ilk kez Turan’da görülen
bu inanç, Şark’ın en eski felsefesidir. Hindistan, Çin, Akad, Sümer, Asur,
Keldan diyarlarında ve daha sonra İran, Mısır, Finike, Yunanistan’da görülmüş,
en nihayet Abbasi devirlerinde Arap topraklarına geçerek tasavvuf felsefesiyle
birleşmiştir. Araplar tevhid fikrini bile yadırgadıklarından Vahdet-i Vücut
görüşüne ısınamamışlardır. Bu yüzden tasavvuf (vahdet-i vücut), Turan’da muhit
bulmuştur (Zeybek, 2017: 38).
Zeybek’e göre İbn
Arabi’nin Araplar arasında değil de Türkler arasında ilgi görmesinin nedeni
“Gök, Tanrı’dır. Tanrı, Gök’tür” inancıdır. Sonsuz Gök’ün yaratıcı ve yönetici
olduğu, her var olanı kapsadığı ve her varlığın içinde olduğu inancı, Orhun
Yazıtları’nda da belirtilmiştir. Yazıtlara göre, gökleri, yeri, kişioğlunu
Tanrı yaratmıştır. Tanrı Tek’tir, Tanrı Bir’dir. Tanrı Sonsuz Gök’tür. Yani
varlığın tamamıdır. Kültigin Yazıtı’nın Çince bölümünün başlangıç cümlesi bu
inancı verir:
“Sonsuz Tanrı var olanların tümünü
kapsar, varlığın bütününün de içindedir. Kişioğulları (kız ve er oğullar)
Tanrı’yla bütünleşirse olgunlaşır ve tamlığa ulaşır” (Zeybek, 2017: 38).
Zeybek’e göre Türkler
Turan’dan dünyaya yayılırken bu inancı gittikleri yerlere götürmüştür. Bu
konuda Murat (Acıyev-Hacı) Acı’nın “Türkler ve Dünya Saklı Tarihi” kitabına
referans verir. Murat Acı’nın dinlerin kaynağının tek olduğu görüşünü aktarır.
Hintliler Prajnaparamita destanını Türklerden aldıklarına inanmaktadır.
Hindistan’daki Mahabharata yani Bharat soyuyla ilgili bilgi verir. Onlar kuzeyden
gelmiş kurt derili insanlardır.
Mahabharata Altay’ı görmüş insanlardır. Altaylılar yalnızca Gök Tanrı’ya
tapan ve töre (adalet) ile erdemi yaşayışlarının temeline koyan insanlardır.
Hindistan yerlileri Buda’yı da Sâkyamunî, yani Türk Tanrısı olarak
adlandırmaktadır. Buda’nın yüzü bu nedenle Altaylı insanların yüz biçiminde
yapılmaktadır. Namık Kemal Zeybek’in Murat Acı’dan naklettiğine göre Budizm,
Çin dinleri, Zerdüştlük, Mani dini, Musevilik gibi dinlerde temel Türk inancıdır.
Yahudilik dininin esas kuralı olan “Tora” da eski Türkçede “Yasa” anlamındadır.
Gök Tanrı inancının dünyanın başka yerlerine, başka adlarla yayılması Türklerin
göçleriyle ilişkilidir (Zeybek, 2017: 41-42).
Türklerde Şamanizm ve Güneş ve Din Örgütü:
Müellif şaman sözünün
Türkçede bulunmadığını, Şamanizm adı altında toplanan inanç ve uygulamalar
bütününün din sayılamayacağını ileri sürer. Türklerde kam, baksı adı altında
sağaltıcı kişilerin bulunduğu görüşündedir. Zeybek bu ifadelerine kanıt olarak
da Hilmi Ziya Ülken’in “Anadolu Örf ve Âdetlerinde Eski Türk İzleri” (1970)
başlıklı konuşmasını gösteriyor. Ülken’in fikrine göre Şamanizm Türklere mahsus
değildir. Bütün Asya’da ve Amerika kıtasında rastlanan sihir sistemidir.
Şamanların Moğol istilasından sonra Türkler arasında yayıldığını söyleyen
Ülken, daha önceki Türklerde ve Göktürklerde şamanlığa dair bir kayıt
bulunmadığını ifade eder (Zeybek, 2017: 31).
Zeybek, kitabının
muhtelif yerlerinde Türklerin “güneşe döndüğü”nden bahsetmektedir. “Gök Tanrı
inançlıların (…) güneşin doğuşunda ve batışında ona bakarak Sonsuz Gök’e
yalvardıklarını belirtelim” (Zeybek, 2017: 48). Yazara göre güneşe dönmek
güneşe tapma şeklinde anlaşılamaz. Zira Müslümanların Kâbe’ye doğru namaz
kılması da “Kâbe’ye tapmak” anlamına gelmemektedir.
Müellif “Tanrı’yı
yaratıcı olarak bilmelerine rağmen dinleri yoktur” sözünün de “Türklerde din
örgütü yokluğu” şeklinde anlamak gerekir. Jean Paul Roux’un kitabından
(Türklerin ve Moğolların Eski Dini) Türklerin ibadetlerini aktarır:
“Yüksek bir yere
çıkılıyor; zaman sabah olduğundan yükselmekte olan güneşe doğru dönülmektedir.
Bağlılık göstergesi olarak kemer çözülmekte, baş açık durulmakta, göğe
vurulmakta ve dokuz kez eğilmektedir” (Zeybek, 2017: 48).
Roux’un kitabındaki şu
sözü aktarır: “Türkler Gök ve yeryüzünün yaratıcısına Tanrı diyorlar.” Roux’un
Türklerin evren algısı hakkında yazdıklarına da değinir:
“Var olan her şey canlıdır. Her tür
kendi içlerinde yaşayan can, ruh veya iye biçiminde yaşayan ve diğerleriyle
ancak yoğunluk açısından ayrımı yapılabilecek bir gücün varlığıyla yaşar. Bu
güç (can, ruh, iye) aynı türde değerlere bölünebilir veya daha kapsamlı bir
varlık oluşturmak üzere birleşebilir. Gök hem teklik hem çokluk olarak
algılanır. Her ağaç bireydir, ancak kendisi de bir toprağa, bir ormana ve bütün
dünyaya ait olan bütünün parçasıdır. Her taşın ruhu vardır. Taşların ruhu bir
taş yığınında birleşir. Her insanın da birkaç ruhu olduğu gibi, ailesinin,
soyunun, boyunun, budununun ortak ruhuna da bağlıdır” (Zeybek, 2017: 48).
Zeybek’e göre Roux’un Türk
inancına dair anlattığı bu algı, “Varlık Birliği”, yani vahdet-i vücut görüşüyle
ilgilidir.
Zeybek, “yeryüzünde
evrendeki dirilik vardır” der. Yeryüzünde diriliğin var olmasını iki gök
varlığı sağlar: güneş ve ay. Yerdeki diriliği sağlayan ay, bunu med-cezir etkisi
ile yapar. Suları kabartıp bırakan etken aydan geldiği için dirilik bu
gezegenle ortaya çıkar. Evren bizim ölçülerimizle sonsuz büyüklükte ise de
gerçekte o da sınırlıdır. Evren sınırlı, Gök ise sonsuzdur. Başlangıcı ve sonu
olmayan, sınırı ucu bucağı olmayan sonsuz boyutta olan Gök, Tanrı’dır, Tengri’dir.
Sonsuz boyutta sonsuzluk, Türklerin inandığı Tanrı’dır (Zeybek, 2017: 55-56).
Tek Tanrı İnancının Tapınağı:
Namık Kemal Zeybek, Sarı
Evliya adı verilen ermişin bir röportajından bölüm aktarır: “- Sarı Evliya,
gücünü nereden alıyorsun? – Tanrı Dağları’nın ruhundan. – Dağların ruhu olur
mu? – Elbette vardır. Kur’an’da biz emaneti dağlara yüklemek istedik de kabul
etmedi.”
Namık Kemal Zeybek’e göre
Türk atalardan günümüze tapınakların kalmamasının nedeni Tanrı’nın her yerde
olmasıdır. Yeryüzü tapınaktır. Tanrı’yı anmak, O’na ulaşmak isteyen için her
yer tapınaktır. Bu nedenle ayrıca “tapınak” diye bir “ev” inşa etmeye ihtiyaç yoktur.
Çünkü Tanrı’nın evi olmayan ev yoktur. Ayrıca sonsuzluk, bir eve sığmayacaktır
(Zeybek, 2017: 52).
Namık Kemal Zeybek’in Türklerin Dinine Dair Görüşlerinin Kritiği:
Yukarıda da belirtildiği
üzere Zeybek’e göre Türklerde asıl olan din değil inançtır. Müellif, Türklerde teşkilatlanmış
bir din kurumu olmadığını, hatta bu tür kurumların inanç sistemlerini bozduğunu
düşünmektedir. Yazara göre teşkilatlanmış bir din kurumu bulunmadığı gibi,
cami/havra/kilise gibi ibadethaneler de bulunmamaktadır. Hatta bu nedenle
Türkler “Tanrı var mı yok mu” tartışması da yapmamıştır. Zira, Gök, evreni de
kapsayan Sonsuzluktur, Tanrı’dır. Varlığın dışında bir Tanrı bulunmadığını
söyleyen Zeybek, varlığın kendisini “Tanrı” olarak kabul eder. Bu nedenle Türk
inancında camii, kilise, havra gibi “tapınak”ların (ibadethanelerin) de bulunmadığını
ifade eder.
Namık Kemal Zeybek, bir
röportajında da Türklerin dini hakkında şu yorumları yapmıştır:
“Türklerin teşkilatlanmış din
kurumu yoktur. Halife, ayetullah, papa ya da patrik gibi şeyler de Türklerde yoktur.
Hatta din adamı kurumu bulunmamaktadır. Türklerde mabet yani tanrıya ibadet
edilen özel bir mekân da yoktur. Teşkilatlı bir din olmadığı için Türkler inançlarını
ailenin en yaşlısından öğrenir. Türk inancında Tanrı, dinlerin söylediği tanrı
değildir. Yani ne Hıristiyanların ne Musevilerin ne de Arap Müslümanlığının
kavrayış olarak anlattığı Allah değildir. Allah varlığı kendisinden
yaratmıştır. Türk Müslümanlığıyla Arap Müslümanlığını ayıran birinci mesele
budur: Tanrı inancı. Türklerin gerilemesinin nedeni Arap Müslümanlığına
girmeleridir. Türklerin eski inancında varlığın kendisi Tanrı olduğundan,
Allah’ı bilmenin yolu da bilimdir. Bilimle uğraşan Allah yolunda yürümektedir. Düşünmek
tapınmanın kendisidir. Türk inancı, her dinin içinde yaşanabilir. Hatta deist
ise bile yaşayabilir. Çünkü hedef iyi insan olmaktır. İyilik yapmaktır. Ağacı
da çiçeği de sevecek. Hepsinin içinde Tanrı var. Dinlerin amacı insanın
iyileştirilmesidir. Dünyaya iyilik yapmak, ağaç dikmek, hayvanlara yiyecek vermek,
cahillikten korunarak ilimde ilerleyen kişi bütün dinlerde makbuldür. Namaz
insanı kötülüklerden men etmiyorsa bir şey ifade etmeyeceği için, boşuna ibadet
edilmemelidir” (Zeybek, 03.07.2017).
Namık Kemal Zeybek’in
görüşleri bazı tutarsızlıklar içermektedir. Öncelikle Zeybek’in “Türklerde din
değil inanç vardır” görüşü yukarıda yine kendisinden naklettiğimiz “Tengri
inancına sahip olan Türkler, sık sık toplanıp dönerler (sema, semah) yaparlar,
lokma yer ve dağıtırlar. Kamların yönetiminde yapılan bu törenler toplu
tapınmadır ve öncesinde inancın temelleri onlar tarafından açıklanır” ifadesiyle
çelişir.
Keza, Türklerin at kurban
etme ritüellerinin bulunduğu, kurganlardan at cesetlerinin çıkarıldığı bilinmektedir.
Kurban vermek bir ibadettir. Diğer yandan Türklerin domuz eti yemediği,
Moğolların ise yediği bilinmektedir. Gıdalarda haram sınırlarının belirlenmesi “din”
ile izah edilebilir, “inanç” ile izah edilemeyecektir.
Üçüncü olarak Zeybek, teorik
olarak ibadethanesi ve teşkilatı bulunan dinleri, gerçek dinin bozulmuş hali saymaktadır.
Arap Müslümanlığı ve Türk Müslümanlığı kavramlaştırmaları yapmakta, Türk
dinini, ibadetsiz bir inanç olarak kabul etmektedir. Kur’an, Hz. Peygamber’e vahyedilmiş
ve getirdiği hükümler insanlık tarihi boyunca aynı ilkeleri ihtiva etmiştir.
Örneğin Kur’an, “Ey imân edenler! Oruç, sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı
gibi, size de farz kılındı” (2 Bakara 183) buyurmuştur. Keza Namık Kemal Zeybek’in
hakkında “Türklerdendi” dediği Hz. İbrahim, “Yâ Rabbi, beni ve benim neslimden
olanları namaz da devamlı kıl. Ey Rabbimiz, duamı kabul buyur” (14 İbrahim 40)
şeklinde dua etmiştir. Duasında onun namaz kıldığı görülmektedir. Dolayısıyla
İslâm’ın namaz, oruç, zekât ibadetlerini “Arap Müslümanlığı” şeklinde
vasıflamak tutarlı değildir.
Dördüncü olarak Gökalp, “İslâm
ümmetindeniz, dediğimiz için, nazarımızda en mukaddes kitap Kur’an-ı Kerim, en
mukaddes insan Hz. Muhammed, en mukaddes mabed Kâbe, en mukaddes din İslâmiyet
olacaktır” beyanıyla İslâm’ı inanç olmaktan çok bütün insanlık için kurtarıcı “din”
saymakta (Gökalp, 1990: 68) ve dini tebliğ eden Peygamber’e işaret etmektedir. Zeybek’in
Türklüğü “akıl ve bilim yolu, laiklik yolu” şeklinde tanımlaması, Ziya Gökalp’in
medeniyet değiştirmeye yönelik teklifinden daha radikal bir teklifi ima
etmektedir. Gökalp, “Türkçüler, tamamıyla Türk ve Müslüman kalmak şartıyla garp
medeniyetine tam ve kati bir surette girmek isteyenlerdir” (Gökalp, 1990:
40-41) demektedir. Zeybek’in mabedsiz, ibadetsiz, teşkilatsız bir “Gök Tanrı inancıyla
Türkleşme ve akıl-bilimi yol gösterici yapıp geleceğe yönelme” teklifi (Zeybek,
2017: 16) tektanrıcı olguculuğa yol açacaktır.
Son olarak Zeybek’in Türklüğün
din algısını mabedsiz, ibadetsiz, teşkilatsız bir inanç şeklinde tanımlamasının
“Türk kimliği”nin tarihsizliği problemini doğuracağı da ifade edilebilecektir. Selçuklu-Osmanlı
asırları boyunca yaşanan tarih, Türk’ü din ile teşkilatlanan bir millet olarak
tanımlamıştır. Türk toplumu “din u devlet” tasavvuruyla varlığını
koruyabilmiştir. Türklüğün Anadolu’da ortaya koyduğu bütün eserler
teşkilatlı/ibadetli/mabedli bir kimliği Haçlı-Bizans karşısında varlığa
çıkarmaktadır.